28 Şubat 2010 Pazar

intihalci 'darbeder'ler ya da vay haydar baş vay..

GöZLEMε
sstirit@msn.com


tilmizlerince nobele aday gösterilmek istenen (!) "baş" zannediyorduk ki, körler sağırlar birbirini ağırlar cümlesinden olmak üzere afra-tafra atıyor, gerine gerine efeleniyor..

televizyonunda, sık sık adına düzenlenen uluslararası kongreleri /seminerleri yayımlıyor, isminin önündeki kalabalıklarla mütenasip müktesebattan uzak zevatın yıkama-yağlamasıyla göklere çıkartılan "baş"kan meğerse darbe heveslilerinin teorisyeniymiş.. bir tez (!) ileri sürdüm dünya değişti edalarıyla teorik donanımı uluslaraşırı nam saldığı gibi (!) ülkemizin de alternatif yönetimlerinin alternatif planları arasında "baş"ta geliyormuş..

"darbeder birader"ler onca anlı-şanlı iktisat proflarından değil, ilahiyatçı, sonradan olma iktisatçı ve dünyanın en hızlı profu olan kişiden 'medet' ummaktalarmış..

28 şubat 2010 pazar günü habertürk'te yavuz semerci evlere şenlik bir yazı yazdı..

sözü ona bırakmakta yarar var..

darbeder arkadaşların çaplarına ilişkin çok veri bulacaksınız bu yazıda..

(yazıyı okumak için aşağıdaki yazının üzerine tıklayınız..)



17 Şubat 2010 Çarşamba

Böyle Buyurdu HSYK... Yerseniz...

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
mehmetnatik1@gmail.com


Halk arasında bir tabir vardır... Trafikteki ihlal trafik polislerinin kurallara uymasıyla çözüme kavuşur diye...
Acı ama gerçek bir sözdür bu...
Şahsen ve de bizzat şahit olmuşluğumuz vardır motosikletli polislerin yaya kaldırımlarından gittiklerine ve dahi ters yöne girerek trafik akışını aksattıklarına...
Kimse kusura bakmasın ama vakıa bu...
Olay bu...
Hadise bu...
Şimdi hal böyle olunca sui misal kötü emsal olup çıkıyor karşımıza...
Gel de sıradan vatandaşa derdini anlat...
Kural mural hak getire...


Efendim bu örnek bugün 17.02.2010 itibarıyla gündeme ard arda düşen ve yargı dünyasında yedi nokta dört şiddetinde depreme yol açan sonrasında tsunami nam derin krizin habercisi sayılan HSYK'nun Erzurum özel yetkili savcılarını yetkisizleştiren kararı almalarına istinatgahtır...


Buyurun cenaze namazına...


Ve anlı şanlı üst mahkemelerden bu kararı destekleyen desteksiz destekler...
Yargıtay durumdan vazife çıkardı ve "Hukuka uygundur" buyruğunu ferman eyledi...


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı durumdan vazife çıkardı ve konu ile alakayı nasıl olduysa kuruverdi ve kendine bir pay çıkararak inceleme başlattığını ilan ferma eyledi...


Danıştay ise koroya Başkanının yaptığı açıklamayla katıldı ve açıklamanın son iki paragrafını alıntıladığımız biçimde


"Yargı, yanlışlarını kendi usulü ve sistematiği içerisinde çözme azim ve kararlılığına sahiptir." diye şahane bir cümle kurarak


"Danıştayın mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esasları çerçevesinde anayasal bir kurum olarak görevini yürüten HSYK'nın birikimli ve deneyimli yargıçlarına güveni tamdır." dedi ve ardından da

"Ulusumuzun, cereyan eden olaylar karşısında, sağ duyulu hareket etmesi, özellikle, devlet adına yetki kullanan kimselerin de sorumluluk duygusu içinde açıklama ve beyanlarda bulunması, bu hassas sürecin sağlıklı ve sakin bir şekilde sonuçlandırılması bakımından hayati öneme haiz bulunmaktadır.''



ifadesiyle kendileri dışındakileri sağduyuya davet etmeyi de ihmal etmeden sorumluluk duyguları da hatırlatılarak yer sarsıntısına kendilerinin de desteğini ilan etti...


İyi de bu sağduyu ve sorumluluk duygusu ne menem birşeydir ki hatırlatandan başka herkese lazım da hatırlatana değil...


Biz darbelerin neçesini gördük...
Bir eksiğimiz buydu bunu da gördük...


Adalet Bakanının bu açıklamalardan sonra yaptığı basın toplantısında ki açıklamaları HSYK Başkanvekilinin esefle karşılaması gibi karşılamıyoruz bu destekleri...


Jüristokrasinin tescili olan bu açıklamalar kuralsızlığın hukukçular tarafından kural haline getirildiğinin resmi olarak tarihe damgasını vurdu...


Bakalım silmek kime nasip olacak???

Şimdi dönelim özel yektkili savcılara;


Nenize gerek sizin kendini bağımsız zannederek birileri hakkında ortada hukuka aykırı işler var diye soruşturma yapmak...


Özel yetki dediğiniz şey 9 kişinin iki dudağı arasında...


Yanlış yapıyorsunuz...


Hukuka değil sisteme uygun hareket edeceksiniz...


Şemdinli Davası savcısını ne çabuk unuttunuz???


Adama böyle hatırlatırlar işte...


Demoklesin kılıcı varsa bağımsız yargının da HSYK'sı, Danıştayı, Yargıtayı ve dahi Cumhuriyet Başsavcısı var...


Yetmezse Anayasa Mahkemesi var meseleyi hem usulden hem de esastan inceler...


Haddinizi(!) bilin...


Boyunuzdan büyük işlere kalkışmayın...


Bu işleri bağımsız(!) yüksek yargıya bırakın...
YARSAV üyelerine bırakın...


Tarafsız olmayın...


Taraf olun...

Taraf olurken de bizim tarafımız olun...

Diğer Taraf nam çıkan gazeteler gibi olmayın...

Pusulanızı şaşırmayın...

Yoksa pusulanız şaşar...


Diyorlar anlamadınız mı???


Sözün bittiği yerde söylenecek söz dipten gelen derin bir dalgaya benziyor ve kelebek etkisi yaratıyor...


Kurumlar arası çatışmadan söz ediyor birileri...


Aslında kurumlar arası çatışma diye bir şey yok...


Kurumlarda söz sahibi olan ve makamların kendilerine verdiği yetkileri la yus'el bir tavırla kullanmaktan çekinmeyen pozitivist bir zihniyet var halkın karşısında...


Öyle ki o anki duruma göre karar alarak kendine göre olayları yorumlayarak gözümüzün içine baka baka hukuk budur diyor...


Orman kanununun bile bir kuralı var...


Daha ne diyelim...

Yine diyorlar ki HSYK Erzincan Başsavcısının gözaltına alıp tutuklanmasıyla fevri hareket etti ve hukuku katletti...

Hiç öyle değil...

Onlar da gayet iyi biliyorlar ki aldıkları karar ve oluşan kaos ortamı yeni bir adımın atılması sürecine sekte vuracak ve yeni özel yetkili savcıların atanması çıkmaza girecek...

Kimse adresleri şaşırmasın...

Erzincan Başsavcısı tutuklanan ne ilk savcıdır ne de son olacak...

Üstelik umurlarında da değil...

Yargı mensupları suç işlemez diye bir kaide olsaydı ve dahi suça temayül yargı mensuplarının defterinde yazmaz diye bir usül olsaydı örnekleri geçmişten geleceğe tevarüs etmezdi...

Bir Yargıtay Başkanının dahi (Eraslan Özkaya) geçmişte isminin üzerinde şaibe oluşmuş (Alaaddin Çakıcı Soruşturması) kol kırılarak yen içinde bırakılmak suretiyle erken emekli edilmek suretiyle dosyası tozlu raflara sığındırılmıştır...

Bunların unutulduğu zannedilmesinden sonra diyeceğimiz o ki...

Şemdinli Savcısı iyi çocuklara kurban edildi...

Erzurum Özel Yetkili Savcıları ise hedef büyüdüğü için ordu komutanına kurban ediliyor...

Meselenin bam teli başsavcının tutuklanması değil hali hazırda görev yapan bir ordu komutanının şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınmasının engellenmesine yönelik gayretlerdir...

Öteden beri sürdürüldüğü belgelerle ortaya çıkan ve açıktan açığa yıllarca sürdürülen kirli dayanışma direnmektedir...

Bu dayanışmanın sığındığı yerler ise ne yazık ki ordu, yargı gibi herşeyiyle halktan aldıkları ile hayatiyetini devam ettiren kurumlar ve halkı doğru bilgilendirerek doğruları savunması gereken basın ve medya camiası olmuştur son kertede...

Olayların veriliş biçimine bakıldığında medyadaki yüz, yargı camiasının aldıkları çelişkili ve tartışmalı kararlara bakarak yargıdaki yüz, 50 60 yıllık darbeler tarihine bakıldığında da ordu içindeki yüzler rahatlıkla seçilebilir...

Sen kalk Devlet adına, Türk Milleti adına içinden çıktığın halkın oylarıyla seçilerek iş başına gelen hükümetleri hizaya çek...

Yanında da elindeki kalemi kılıç gibi kullanan yazılı basıncılar ve dillerini sivrilterek bir mızrak gibi modern zamanlara uyum sağlayarak kurşun gibi kullanan görsel medyacılar olsun...

Savunduğun bu kirli oyunu da içine laiklik sosu katarak yap...

Oh ne ala memleket...

Yerseniz.... Ey Millet...

Bu ülkede demokrasi var diyorlar...

Bir de biz görseydik dünya gözüyle...

Kimse kendini kandırmasın...

Bu ülkede demir perde ve faşizmin en alası var...

Üstelik hep vardı...

Üstelik kadife bir eldivenin içinde demir bir yumruk gibi saklı olduğunu uygulamalardan görüyoruz...

Siz kimi kandırıyorsunuz beyler???

11 Şubat 2010 Perşembe

Siyasetin Sağının(!) Tuhaf Jargonu

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
mehmetnatik1@gmail.com

Pespayelik evet bu ülkede bir takım siyasiler tarafından yapılan ve adına siyaset dedikleri şey tam anlamıyla pespayelik...

Aslında bu tür siyaset yeni bir şey değil...

Eskilerin rical-i siyaset dedikleri ehil yapı ardından gelenler tarafından gereği gibi temsilci bulamayınca meydan şimdi ki gibi bir takım siyasi temsilcilere kaldı...

Hal böyle olunca da özünü kaybeden siyasetin yerine ikame edilen sahnede sergilenen oyuna siyaset dendi...

Birileri siyaseti düzgün yapalım diye çırpınırken birileri Karadenizi çırpındırıyor...

Birileri de Meclis Genel Kurulunda alakasız bir biçimde ama maksadı hasıl olan bir tartışma açıyor...

Birileri de sınır ötesi bir operasyonla güya polemiğe malzeme olan Başbakana ders vereceğim diye yeni bir tartışmaya yeni bir kapı açıyor...

Şimdi kalkıp da ne MHP milletvekili sabık koalisyonun sabık Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un istihza dolu aşağılayıcı üslubu ile söylediklerini nakladeceğiz ne de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın o sesine yüklediği hamasi tavırla kapatın artık bu konuyu, eşler üzerinden siyaset yapmayın diye Başbakana yüklenirken Fransayı işin içine katarak meseleye yeni bir boyut getirmesini tartışacağız...

Burada dikkati çeken bir iki konu var ve kendimize göre bu husustaki izlenimlerimizi aktaracağız..

Birisi tartışmayı başlatıp haksızlık ortaya çıkınca tehdit dolu bir üslubun söylemlere yansıması ve bu tarz-ı siyasette doğruluğa yer olmadığının ve ilkelerin nasıl çiğnendiğinin göstergeleri...

MHP sözcülerinin bir kısmının tarzı belli onların söyledikleri ortada söylenecek söz yok ama Üniversite camiası içinden gelen ve öğrencilere ders verme payesini sahip insanların da benzer üslüpları kullanmalarının izahı zor...

İnsanın vay diyesi geliyor...

Aslında vay denecek o kadar çok şey var ki...

Bir de akıl karıştıran şeyler...

Mesela Prof. Semih Yalçın iki gazeteyi hedef gösteren tehdit dolu üslubu basına yansıyınca isim beni üniversite yıllarıma götürdü...

İsim ve sima tanıdıktı...

Zatı alilerine 12 Eylül sonrası bir kaç yıllık gecikmeli üniversite hayatımızda D ve T.C. F'nin geniş anfilerinden birinde biz öğrencilere İnkilap Tarihi dersi verirken karşılaşmıştım...

Anfiyi dolduran öğrencilere şahane bir nutuk atmıştı...

Lakin öğrencilerden sorular gelmeye başlayınca cevap verme yolları bir anda tıkanıvermiş ve kollar makas gibi açılarak susturma mekanizması çalışmıştı...

Tıpkı şimdi olduğu gibi...

Bize Tarih Hocası olarak tanıtmıştı kendini ama yıla ve yıllara ve dahi mezun olduğu yıla bakınca da aklım karışmıyor değil...

Neden???

Çünkü 1984 yılında mezun olmuş...

Akabinde yüksek lisans...

Ben aciz de 82 ila 86 yılları arasında bu İnkilap Tarihi derslerine zorunlu tabi tutulmuşum...
Bu yıllar ortada iken nasıl olur da Şimdinin sayın Profesörü bu yıllarda Tarih Hocası olur aklım şimdi almaz...

O zaman nereden bileyim ben 1984 yılında mezun olduğunu...

Yüksek lisans öğrencisi olduğunu...

Titr'e bak hizaya gel...

Ben de her öğrenci gibi kendini Tarih Hocası olarak tanıtarak derse giren ve bize bir iki ders de olsa İnkilap Tarihi dersi anlatan Hocaya bakarım...

Şimdi kesilen ahkamlardan sonra dersine giren hocanın cemaziyelevveline baktığında ortaya işte böyle tuhaf bir durum çıkıyor...

Şimdi bu işin ahlakiliğini ve etik durumunu mu tartışalım...

O yıllarda çiçeği burnunda yüksek lisans öğrencisi bu günlerde Prof. olduğunda o günden bugüne bakabilmiş miydi acaba???

Benim gibi dikkatli bir kaç kişi daha mutlaka vardır...

O zaman da hamasi idi şimdi de hamasi...

Siyaset böyle bir temele oturtulmuş ise sözün tesiri nerede kalır diye sormazlar mı adama???

Alel usul organize takmayan organize işler bunlar...

Vay bu ülkenin haline...

3 Şubat 2010 Çarşamba

Oynanan Oyunun Üstesinden Gelmek

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
mehmetnatik1@gmail.com

Darbe planları, darbeciler ve açığa düşenlerin açıklarını kapatmak için vazifelendirilenler yani sivil giyimli muvazzaflar...

Bir de ucu kendisine dokunacağı endişesiyle gönüllü olarak vazifeye dahil olanlar...

Bir önceki yazımızda Süheyl Batum ile Mine Kırıkkanat'ın iki ayrı tv programında birbirinin aynı ifadelerle gündeme dair yeni gündemler oluşturdukları dikkatimizi çekmişti...

Oyun aynı oyun, senaryo aynı senaryo ama oyuncular zaman içinde değişiyor...

Bu mesele yalnız bizim dikkatimizi çekmekle kalmıyor tabi olarak...

Bu meseleleri hassasiyetle takip eden yazarların yazılarına baktığınız zaman farklı kişiliklerin yazdıkları ve söyledikleri ile aynı konu gündeme geliyor ve aynı konu gündeme getiriliyor...

Mesela Ahmet Kekeç'in ve Alper Görmüş'ün yazılarında bu izlere rastlayabilirsiniz...

Ahmet Kekeç http://www.stargazete.com/gazete/yazar/ahmet-kekec/fikir-annesi-tamam-da-bir-de-fikir-babasi-varmis-haber-241952.htm karbon yazılardan bahsediyor...

Alper Görmüş hakeza http://taraf.com.tr/makale/9808.htm eski yeni siyasilerin sözlerinden yola çıkarak tespitlerde bulunuyor...

Olayları kurgulayanların oyun sahaları çok geniş ve oyuncu sıkıntısı yok...

Hemen hemen her kesimden oyuna dolaylı ve direkt müdahil olanlar var...

Toplumun her katmanından olmasa da kamuoyunu etkileyecek kilit bölgelerde hem araç hem de elemanları var...

Bir bakıyorsunuz bir medya kuruluşu her türlü imkanı seferber ederek gündeme dair bir programa çağırdığı bir iki konukla bir tartışma programı yaparken geniş bir izleyici kesimi üzerinde oluşturduğu etkiyle zihinleri yönlendirebiliyor...

Sarf edilen bir cümle veya bir iki kelime önemsizmiş gibi ifade edilse de sonraları çığa dönüşen bir kartopu etkisi yaratıyor...

Kamuoyu hal böyle olunca asılı ve asılın sebeplerini tartışamadan sonuçların getirdiği sıkıntılara göğüs germek için çaba saf ediyor...

Dizayn ediciler oyunları açığa çıktıkça karşı hamleleri harekete geçirmekte gecikmiyor ve akıl karıştırıcılığı hususunda hep bir adım öne çıkmayı başarıyor...

Bunun önüne geçmenin yolu oyunu iyi okuyarak bir adım öteye geçmenin yolunu bulmaktır...

Yıllardır oynanan oyunlarda hep sonuç almış bir derin yapılanma var ve sahiplenme duygusunun verdiği rahatlık onlara son zamanlarda hata yaptırmaya başladı...

Bu ülkenin oyunbozanlarına düşen ayrıntıda boğulmadan bir bütün olarak olayları değerlendirerek sabır ve metanetle oyunun üstesinden gelebilmektir...

Bırakın birileri tartışmayı kendisinin başlattığı kavgasını versin...

Kuklanın çok olduğu yerde asıl olan kuklacının hamlelerini engelleyebilmektir...

Bir de büyük kuklaları deşifre edebilmek önemlidir...

Basit bir örnek...
EMASYA Protokolü günlerdir tartışılıyor...
Şemdinli Komisyon Raporunun kaybolduğundan söz ediliyor...

Ama kimse birbiri ile içiçelik teşkil eden bu meselede hem de Ak Parti iktidarında İçişleri Bürokrasisi ile TBMM çatısı altında yaşanan zorlukların nereden kaynaklandığını sorgulamıyor...

Sadece zorluklarla karşılaşıldığından söz ediliyor...

Zorluğu çıkaran kim?

Zorluğu çıkaranlar ortada...

Medyada yazılanlara bakmak adresi bulmak için yeterli...

Şemdinli Komisyonu kurulduğunda her iki makamda da kimlerin oturduğu belli ve Kozmik Odaya kadar giden ve tartışmaları alevlendiren suikast iddialarına mesnet teşkil eden figürler ortada...

Şu sorular da da sorulmalı...

Önce Mülkiye sonra Türkiye mi???

Ve bürokrasi soruşturmalarda neden aşılamıyor???

Bu mesele görülmüyor denemez zira gün gibi ortada...